Çok eskilerden bir masal bu... Şimdi masal anlatan nine ve dedeler kalmadı maalesef. Masallar "Bir varmış, bir yokmuş" diye başlar; bizim masalımız da öyle başlıyor.
Küçük, şirin bir ülkede geçen bu masal, büyücülerle ve gizemlerle dolu bir dünyada yaşanıyor. Bu ülkede Gizem adında çok güzel, şirin ve gizem dolu bir prenses yaşarmış. Kralın tek kızıymış ve kral, onu herkesten saklıyormuş. Kimsenin onu görmesini istemediği için ülke dışına çıkmasına izin vermezmiş; hatta sarayın dışına bile adım attırmazmış. Halk, bu güzel prensesi çok merak ediyormuş. Onu görebilmek için her yolu denemişler ama kimse başaramamış.
Bir gün Gizem, saraydan gizlice çıkmaya karar vermiş, fakat nasıl çıkacağını bilmiyormuş. Günlerce düşünmüş ama bir yol bulamamış. Derken, hiç beklenmedik bir anda saraya bir yabancı gelmiş. Bu yabancı bir gezginmiş; tüm ülkeleri gezer, dolaşırmış. Saraya yolu düşen gezgin, misafir edilmiş. Gizem, onunla saraydan kaçmaya karar vermiş.
Sabah erkenden yola çıkmışlar. Gezgin ormanlardan geçmiş, dağlar ve dereler aşmış, en sonunda bir köye varmış. At arabasını durdurmuş, kalacak bir han bulmak için yürümeye başlamış. Gizem de arabadan inmiş, hiç bilmediği bu dünyada toprağa ayak basınca heyecanlanmış. Yeni hayatından çok memnunmuş. Ancak akşam karanlığı çökünce içine bir korku düşmeye başlamış. Gezginin dönmesini beklemiş ama maalesef gezgin geri dönmemiş. Ne yapacağını bilemeyen Gizem, korkudan arabaya binmiş. Kurtlar ve köpekler ulumaya başlayınca daha da korkmuş ve ağlamış. Sonunda uyuyakalmış.
Rüyasında "Gizemci" adında bir kahin görmüş. Kahin ona yardım etmek istediğini ama bir şartı olduğunu söylemiş. "Şimdi uyu, sabah seni evine götüreceğim, fakat benden bir istekte bulunmanı istiyorum," demiş. Gizem kabul etmiş.
Sabah olduğunda uyandığında, rüyanın gerçek mi yoksa sadece bir hayal mi olduğunu düşünmüş. Karnı aç olduğu için arabadan inmiş. Bir baktı ki yerde bir sepet dolusu elma ve ekmek var! Büyük bir iştahla yemeye başlamış. Sonra canı su istemiş ve bir tas su bulmuş, onu da içmiş. Tam bu sırada uzun sakallı, ak saçlı bir adam yanına gelmiş. Gizem birden rüyasındaki kahini hatırlamış. "Bu bir tesadüf olamaz!" diye düşünmüş.
Kahin gülümseyerek, "Nasılsın bakalım kızım? Beni tanıdın mı?" diye sormuş.
"Evet, tanıdım!" demiş Gizem heyecanla.
"Beni evime götürmeye mi geldin?" diye sormuş kahine.
Kahin başını sallayarak, "Evet, seni gizemli ülkenin prensesi olarak evine götüreceğim," demiş.
"Hadi gidelim, Gizemci baba!" demiş prenses birden. Kahin gülümsemiş. "Beni baba mı dedin? Çok hoş ve naifsin," demiş.
Yola çıkmışlar ve gün batımında gizemli ülkeye varmışlar. Kahin, Gizem'e dönüp, "Seni evine getirdim, ama şimdi isteğimi söyleme vakti geldi," demiş.
Gizem, "Buyur, dile benden ne dilersen," demiş.
Kahin iç çekerek, "Benim bir oğlum var, bir derdi var. Ona yardım etmeni istiyorum. Gitmediğim ülke, denemediğim çare kalmadı ama derdine çözüm bulamadım," demiş.
Gizem meraklanmış. "Nedir onun derdi?" diye sormuş.
"Oğlum, rüyasında bir kız görmüş ve ona âşık olmuş. O günden beri o kızı bekliyor. Bir gün geleceğine ve onu bu evden çıkarıp mutlu bir hayat süreceğine inanıyor. Senden ricam, onunla bir kez konuşman," demiş kahin.
Gizem önce korkmuş ama söz verdiği için kabul etmiş. Yola çıkmışlar ve kahinin evine gelmişler. Kahin, oğluna seslenmiş:
"Oğlum, bir misafirimiz var, hadi gel. Onu bekletme, salonda seni bekliyor."
Fakat oğlu, "Baba, nereden çıktı bu? Ben kimseyi görmek istemiyorum!" demiş.
Gizem, heyecandan yerinde duramıyormuş. Çok merak ettiği bu kişiyi görmek istemiş. Salondan çıkıp yukarı kata çıkmış, kapıdan bakmış ve bir anda şok olmuş. "Olamaz! Bu, benim rüyamda gördüğüm kişi!" diye düşünmüş.
Hemen aşağıya inmiş, beklemeye başlamış. Hem mutlu hem de üzgünmüş. "Gizemli ülkede her şey gizemli olmak zorunda mı?" diye iç geçirmiş. Ama yapacak bir şey yokmuş, beklemeye devam etmiş.
Tam o sırada, merdivenlerden ayak sesleri gelmiş. Gizem'in elleri, ayakları heyecandan titremeye başlamış. Kapı usulca açılmış, içeri biri girmiş. Sırtı Gizem'e dönüktü, onu göremiyordu. "Ne olacak şimdi?" diye düşünürken, pencereden bir kelebek süzülerek omzuna konmuş. Yine heyecanlanmış. Bir süre sonra kelebek havalanmış ve oğlanın omzuna konmuş. Oğlan, kelebekten gözlerini ayırıp Gizem'e baktığında, şimşekler çakmış gibi hissetmiş.
"Olamaz, Tanrım! O... O kız!" diye fısıldamış ve bayılmış.
Masal burada bitmiş...
Gökten üç elma düşmüş: biri kızlara, biri oğlanlara, biri de Gizemci ve tüm gizemli olan şeylere...
Ve masalın sonunu herkes kendi hayal gücüne göre tamamlasın...